27 Ocak 2010 Çarşamba

Oyun Arkadaşımdı Melda


Aynı mahallede yaşardık Melda ile, mahallede oyun arkadaşımdı yani. Ben çocuk kalbimle onu hep nazlardım; saçımı çekmelerine, üstüme su püskürtmelerine, dut ağacından kopardığı karadutları yedikten sonra ellerini üstüme sürmesine gülüp geçerdim. O ise en ufak bir olay olduğunda basardı yaygarayı, bütün mahalleyi ayağa kaldırırdı. Bir keresinde pahalı et bebeğinin saçları bozulmuştu diye ağlamaya başladı, sesini duyan annesi yanımıza geldi ve eliyle beni gösteren kızını teselli ettikten sonra açtı ağzını, gözünü yummadı merak etme sevgili okur…

Gözünü yummadı ama benim gözümden gelen yaşlara da mani olamadı. Evde öğrendiğim yaşam pratiği kendimden büyük birine söz söylememe hele de oyun arkadaşımın annesine ağzımı açmama müsaade etmiyordu. Eee peki ne mi yapıyordum, akşam uyumadan önce Allah ile konuşup derdimi anlatıyordum, ama hiç beddua etmiyordum. Oyun arkadaşı belli yaş grupları için sanıldığı kadar basit bir arkadaşlık değildir esasında, oyunları paylaşırken hayatı da paylaşırsın. Biz de ne kadar ezilen taraf hükmünde olsak da Melda ile oyun arkadaşıydık nihayetinde. Yaşımız ilerledikçe benim de ağzım laf yapar oldu ama bu hiçbir zaman Melda’nın inler tarzda ağlamalarına benzemedi. Melda istediği olmadığı zaman hep yakınırdı, ben de olup da onda olmayan bir şey varsa o zaman Melda’nın beni içten içe değil dıştan dışa kıskandığını anlardım. Küçükken kıskanılmak hoşuma gitse de yaşımız ilerledikçe bu kıskançlık hazımsızlığa dönüşmeye başladı. (Bu arada hazımsızlığa Kızılay soda acayip iyi geliyor duyurulur.) Lise dönemlerine geldiğimizde artık Melda yarışa tamamen eşyaları ve güzelliği üzerinden katılmaya karar vermiş görünüyordu çünkü evde ona öğretilen yaşam pratiği bunu gerektiriyordu. Yarış kelimesini bilinçli kullandım sevgili okur, çünkü Melda’ya öğretilen gaile hayatın bir yarış olduğuydu. O zaman içimden şunu geçiriyordum, küçükken en azından merhamet duygusuyla paylaştığı bazı şeyleri şimdi bir kaplan hırçınlığıyla kıskanıyordu. Ben de kıskanıyordum… Bazı zamanlar Melda’dan daha kıskanç oluyordum belki de, ama içimde bir frenleme mekanizması olduğunu bilip usulca frene dokunuyordum.

Melda ile aramızdaki ayrılık tohumları lisenin son dönemlerinde atılmıştı. Benim lisede Müslümanca yaşamak yönündeki kıyafet ve yaşam tercihim Melda ve ailesi için sorun olmuştu. Meldan’nın annesinden sıklıkla “kız bu ne hal, daha yaşın ne ki senin” laflarını işitir olmuştum. Yine “ annen seni zorla mı kapatıyor kız?” sözlerine muhatabiyetim aynı zamana rastlar.


Üniversite çağına geldiğimizde artık büsbütün benden uzak durmasına dair tembihler alıyordu Melda. Sadece gördüğü zaman belki suçluluk duygusuyla selam verip geçiyordu yanımdan. O zamanlar acaba ona ne zararım olabilir ki arkadaşlığımızın devamı halinde diye çok düşündüm ama cevabını çok sonraları buldum. Sana tavsiyem sevgili okur gözünü dört aç, saf saf düşünmekten vazgeç.

Üniversiteye girmeye hazırlandığımız demlerde Melda’da bir sevinç baş göstermişti. Nasılsa sistem beni oyuna girmekten alıkoyacak ve Melda hiçbir çaba göstermese dahi devlet onun yerine vekâleten beni oyundan atacaktı. Nasılsa devlet burjuvanın pardon milletin temsilcisiydi ya, hani egemenlik kayıtsız şartsız milletindi ya… Hani bugün 29 Ekimdi neşe dolacaktık, seneye kaldı artık, bugün çok hüzünlüyüm. Zaman geçtikçe Melda’daki kıskançlık eğiliminin psikolojide fazlası sapma olan bir kıskançlık eğilimi olmadığını fark ettim. Bu bireysel rekabetten çok, hayat tarzımdan haz etmediğini belirten bir tavırdı. Bana göre rekabet etmek çok anlamsız bir eylemdi.

Şimdi sevgili okur vay be sen de ne sütten çıkmış ak kaşıkmışsın deme sakın, çünkü Melda’da da aslında ak pak bir kızdı. Lakin evde dayatılan pratikler devlet tarafından da desteklenince ferasetini kaybetti. Benim kişisel olarak olaydaki tavrım, yaşanılanları iyi gözlemlemekti. Yazının ana temasını da işte veriyorum.

Nerde kalmıştık, evet üniversite diyorduk. Olaylar Melda’nın beklediği şekilde gelişmedi ve ben bir şekilde üniversiteyi bitirdim, başörtülü olarak. Artık önümüzde farklı hayat tarzları bizi bekliyordu, ben küçüklükten aldığım temellerin nasıl sağlamasını yaparım diye düşünüyordum, Melda ise başarılarıyla sivrileştirdiği hırslı dünyasında dalgalarla boğuşup duruyordu. Üniversite bittiğinde Melda yine sevindi tabi, ne de olsa ben iyi bir işe giremezdim, devlet buna müsaade eder miydi canım hiç. Nitekim o konuda haklı çıktı, devlet buna müsaade etmedi. Ama Melda’nın da bilmediği bir şey vardı, ben kişisel gelişim kitaplarından fırlamış presantable bir eleman olmak için ya da tayyörlü bir memur olmak için okumamıştım. Okumak için okumak her ne kadar “havanda su dövmek” ile eş değer tutulsa da okumak için okumuştum. Ben hala devam ediyorum okumaya, okumak bizim için okulda ya da başka yerde fark yapmazMelda iyi bir şirketin presanteble elemanı oldu bile.
Melda’yı sevindirdiğim tek nokta bir üst kademe olan okutma noktasına çıkamamak, o da hediyem olsun oyun arkadaşıma diyemeyeceğim sevgili okur merak etme, çünkü Melda’nın bilmediği ama benim yazının en başında bahsettiğim ve sürekli yaptığım bir pratik var, gece yatmadan önce Allah ile halleşmek ve daimen O’ndan istemek.

Biz inanırız ki Allah’tan istemek her şeye son noktayı koymaktır. Gerisi laf-ü güzaftır.

Korkma Melda biz sana da tüm dünyaya da bişeycik yapmayız.

Yaparsak da iyi şeyler yaparız.

Bir Rahman suresi dinler kendimizden geçeriz, biz sadece Allah’tan korkar ve O’ndan yardım dileriz…

Hiç yorum yok: