29 Mart 2010 Pazartesi

Murat

Yetimlere gitmenin heyecanı üzerimdeyken bindim o gün otobüse. Derse girip yine aynı heyecan ile dinledim “çağdaş demokrasileri!”.Ama heyecan veren ders değil, düpedüz yetimlerdi. Zira ne dünya çağdaş idi ne de demokrasiye bir inancım kalmış idi.

Epey zaman geçmişti onları görmeyeli. Kim bilir kimler kalmış, kimler gitmişti. Bir an önce bitti ders, bir an önce koyuldum yola. Yapacak daha iyi hiçbir işim yoktu nasılsa. Hava güzeldi, bahçede olmalıydılar. Rengârenk toplar almaya karar verdim, şen kahkahalar atabilmek için. Vardığımda ders çalışıyorlardı, kimisi okuldan yeni gelmiş, kimisi çoktan derslerini tamamlamıştı. Erkeklerin kaldığı kısma girdim, ders yapanlara kolaylıklar diledim. Murat da ders yapıyordu. Yanıma geldi, bana bir otobüs çizer misin abla dedi? Elbette çizerdim, çizik dolu kalbine zeval vermemek için, hem de en güzelinden çizerdim. Aslında çizme kabiliyetim yok diyemezdim, bütün özverimi gösteriverdim. Çok beğenmişti Murat, “aynı otobüse benzedi abla” deyiverince gülümsedim. Gülümsedik Murat’la, ama o sahiden gülemedi. Sonra bir de gemi çizdim Murat’a, sonra tren… Hepsini beğendi. Çizdiklerimize binip uzaklara gitmek istedim, olmadı… Soramadım Murat’a, “annen, baban izin verir mi” diye. Sorular ve hayaller boğazıma dizildi, boğuldum.

Şimdi başka ödeve geçebiliriz abla. Hıı, ne dedin. Olur Murat şimdi başka ödeve geçelim, ama biz seni unutursak sırattan nasıl geçelim? Kesirler. Çok kolay Murat, bunların hepsini bir paydada eşitledik mi tamamdır. Basit kesir, bileşik kesir ve tam kesir. Bu kadar basit. Hayat da bu kadar basit mi abla?diye sorarsa ne yapacaktım.Sormadı, belki de soramadı, sadece baktı masumca. Hepsini bir paydada eşitlemek için paylarını bazı sayılarla çarpacağız, anladın mı Murat?

Kalemi küçülmüştü Murat’ın, tıpkı acının erittiği bedeni gibi, tıpkı gözleri gibi. Sana yeni bir kalem isteyelim, bu hayattan bu kalemle geçemezsin Murat. Bu ödevi bu kalemle bitiremezsin. Yarım kalır ödev, öğretmen kızar sonra, mazeretin var ama asabi olma Murat… Biz ne sınavlardan ne kalemlerle geçiyoruz abla, sen çantandaki “tükenmez” sandığın kalemlerle keyfine bak diyecek sandım, yine korktum. Ödev yarım kalmasın diye istedik yeni kalemi, taze bir başlangıç yapalım, öğretmeni Murat’a kızmasın diye. Belki de en çok Murat’a çarpanlara inat paydasını eşitlemek için istedik yeni kalemi. Kesrini biraz daha eşit hissediyor musun Murat? Kendini biraz daha iyi…

Bir kalbi dörde böldük, her bir parçasına ne derdik Murat? Hmmm, hatırlamıyorum abla, o kadar bölünmüşlük arasında hatırlayamadım işte. Benim kalbim bin parça iken, dört parçanın hesabını nasıl yapayım abla? Kalbimin kırıkları batarken avucuma, nasıl yazayım?…Ben yazarım senin yerine Murat, senin kalbini avucumda tutar , acıtmam. Ben yazar isem senin için, esmer tenin parıldasın diye, güller yüzüne yakışsın diye.

Ders bitti nihayet. Zil çaldı. Teneffüse girdi hayat.

Bir hadis aşkına başını okşadığım Murat… Ayşe, Zehra, Fatih, Onur…Vicdan rahatlatacaklar gelmesin dediğim o yerde , okşadıkça başları vicdanım kanamaya başladı bile. Yine gelince o toplarla bahçede şen kahkahalar atarız Murat, bir paket bisküvi ile piknik yaparız ne dersin? Olur abla, sen gel de…

Ben gelmezsem sırattan nasıl geçeyim be Murat, sen olmazsan hesabı nasıl vereyim.

Affet.

24 Mart 2010 Çarşamba

Denizden baban çıksa, yenmez!


Miletcek "modernlik" kelimesini ağzımıza dolayalıberi, yepyeni tadlar denemeyi pek sever olduk. Bir gecede modern olabilen insanların, bir gecede daha sükseli durmak adına damak tadlarının değişmesine şaşmamalı. Köri soslu, buharda pişirilmiş, üç takla attırılıp kürdan batırılmış, başına gelmedik iş kalmamış iki lokma balığı yerken, beğenmeyip öğürmek istediğimde, memleketin en kara cahili ben oluyorum. Niçin? "Biz bilmezük, onlar bilür." Hayır, yeni tadışların gereksizliğinden söz etmiyorum. Hatta davet ediyorum. Fakat amuda kaldırılmış, yerken göz göze gelebileceğimiz börtü böcek yerine, biber salçalı yeşil fasulyeyi tercih edişimin ucu, gerici, gelenekçi, bazen faşist, bazen kro, bazı zaman da muhafazakarlığa dek dokunuyor. Düşünün artık! İnsanın, "Ulan şu çiğ balık, şu börtü böcek kelebek, bizi uygar yapacaktı da, niye bunca yıl zahmet çekip ateş yaktık pişirdik?" diyesi geliyor. Hayır, keşke öğüre öğüre yediklerinizle bitse! Daha bunun abuk sporları, sabuk filmleri, saçma konuşmaları, sapan kıyafetleri... İşin zor dostum, bilmediğin otu yemeden modern olamazsın. Gereksiz ve anlamsız olmasının önemi yok yaptıklarının. Değişik ve daha evvel hiç yapmamış olman kafi.

Yalnız bir risk var; starası uğruna sıkıla sıkıla yaptığın o bir sürü manasız işin ardından debelenmek.

Nasıl mı yani?

Büyükler demiş ki; "Ala keçi gibi bilmediği otu yeyip debelenmeyesice!"

Neymiş?

Her taze ot yenmez.

Denizden baban çıksa, yenmez.

Hıı, her kuşun eti de. :)


ZEHRA AYDOĞDU

21 Mart 2010 Pazar

İrticaya Kapalı Mektup

Sevgili İrtica;

Evvela selam eder, akabinde kelama girer, sonra meramımı hitam’a erdirebilirm.

İsmet Özel’in senin için yazdıklarıyla başlamak istiyorum mektubuma: “ Eskiden ne iyiydi, irtica diye bir şey vardı. Gerektiği zaman irtica var, irtica hortladı derdik ve böylelikle siyasi rakibimizi köşeye sıkıştırırdık. Eskiden ne iyiydi. Defalarca peynir gemisinin lafla yürüdüğünü ispat etmişti. Şimdi öyle mi ya? Şimdi ne zaman irtica lafı etsek bazıları “ siz Müslüman değil misiniz?” diye soruyorlar. Ama eskiden ne iyiydi.” Ben de İsmet Özel’in avukatıyım, sözlerini savunma makamındayım. Malum sen yokken köprüden çok sular geçti, devir avukatlık devri şimdi. Gündemden haberdar mısın eskisi kadar bilmiyorum ama avukatlık son dönemlerde epey moda. Herkes birilerinin avukatlığına soyunuyor, tıpkı bir zamanlar seni potansiyel suçlu ilan ettikleri gibi…

Senin için Büyük Türkçe sözlük ne diyor diye baktım, şunlar yazılıydı: 1-“reca” dan dan, ümit etme, umma, korkulu umuş. 2-Geriye yönelme, gericilik. Her ikisi de seni anlatıyor diye düşünüyorum, bizi anlatıyor diye düşünüyorum irtica. Hem birileri senden feci halde korkup post modern darbe yapabiliyor, hem de Beni, Zehra’yı, Muhammed’i tehlikeli ilan edebiliyordu. Hey gidi günler…

Eskiden TV düğmesine basar basmaz seni duyardık kanallarda. Duyardık diyorum zira seni gören olmamıştı civarlarda. Epey medyatiktin o zamanlar, hatırlıyorum da. Birilerinin de sözde korkulu rüyasıydın aynı zamanda, ya da iktidar ortaklığı için bir can simidi de olabilirdin… Ortaokulda, lisede, üniversitede tüm dini kisvelerime, ritüellerime, bakışıma, duyuşuma seni iliştiriverirdim -aramızda kalsın bunu sırf eğlence olsun diye yüksek sesle dillendirirdimJ- Ben seni içselleştirdikçe, birilerinin bundan fena halde korktuğunu neşe dolu ellerle ovuştururdum.

Eskiden ne çok heybetliydin irtica. İsmin anılınca bir korku düşerdi malum yüreklere. Laike ablalar pasta, börek günlerinden kalkıp, malum pankartları nasıl kaptıklarını bilemeden meydanlarda alırdı soluğu, bağırdıkça içlerindeki korkunun azalacağına inanmışlardı besbelli. Biz de sana inanmıştık irtica, eskiden ne iyiydi, ismin anılınca heyyyt... Şimdi sana üniversite kampüslerinde, GATA’ DA, OYAK-Renault’ da, Ordu evlerinde filan rastlıyorum. O dehşetengiz gözlerin bakışları da gözümden kaçmıyor. Eskisi kadar korkutamıyorsun onları ama, bir zamanlar nefesini ensesinde hissedenler şimdi seni unutmuş gözüküyor irtica. Takıyye yapıyor olmasınlar sakın? Özellikle kampüste yasaklı bölgelerde başörtüsüyle dolaştığım esnada beliriveriyorsun, belki de içimden doğuyorsun irtica. Ben laikliğe yakalanmamak için dua ile kum serperken üstlerine seni hissediyorum kalbimde.

Hayır, nostalji olsun diye yazmıyorum bu mektubu sana, şunu bilmeni istiyorum yalnızca: Bir zamanlar senden korkanlar, şimdi başka başka şeylerden tir tir titriyorlar irtica. Biz ise o zamanda Allah’tan korkardık, şimdi de, aramızdaki muazzam fark buradan geliyor zannımca.

Mektubuma son verirken tekrar selam eder, heybetli günlerini trajik hatıralar ve tebessümler eşliğinde yâd ederim.

Rica ederim…

11 Mart 2010 Perşembe

Sana İyi Mızıkalar Dylan



Bırak kanasın yara

Yeter ki kınama

Yaralamışsa yaralayan

Bırak kanasın yara

Dindirmek için kanı

Beyhude uğraşma

Gönül ferman dinlemeyecek ne olsa

Sen de beni dinleme öyleyse

Yaraların üzerine tuz basmak

Pansuman yapmaktan daha evla

Hayır,çok arabesk olmadı

Zira bu şarkı böyle söylenmezdi

Makamı tutturamadı

Zaten beceremedim hiç şarkı söylemeyi

Anneme sordum da neden sesim yanık değil diye

Sesinin yanması için aşık olman lazım dedi

Anladım o zaman

Ciğerlerim ve sesim külleşmişti

Detone oldum hayatta

Türkülerim sevmeye gelince Yarım kaldı hep

Bunu bilmemiz lazımdı

“Ben bir selvi boylu yardan ayrıldım”

Deyince bitiyor işte şarkı

Sahnenin perdeleri kapanmadan evvel

Işıkları kapa olur mu?

İsraf olmasın hayatta

İsraf olanlara ağlamak da israf sonra

Bırak kanasın yara

Yeter ki kınama

İçlerde olan zaten orda

Zaten yaklaşıyor yaklaşmakta olan

Ben korkmuyorum senden

Allah’tan korkuyorsam bir sebebi var zira

Ama sebepsiz duyguları da var Allah’ın

Yalnız unutma

Sen ve ben

Sebepsiz değiliz!

Bob Dylan iyi söylüyor

Lakin

Malcolm X ya da Malik el Şahbaz

Müslümandı

Unutma

Sümeyra.

Bob gibi şarkı söylemek değildi muradım

Malcolm gibi hayatın baharında detone olmaktı

Sana iyi mızıkalar Bob

Mızıkma ama…

Sümeyra AKTAŞ

Bob ve Sara ve Mecnun dedem


Seni nasıl tanıdım? bilmiyorum.
Bir haberci beni tropik bir fırtınaya sürükledi
Sen oradaydın, kışın, kar üstündeki ayışığı
Ve zambak, göletteki dar geçitte,hava ılıkken...


Sara'yı nasıl tanıdı Bob?
Sara bir metafordan öteye geçti mi?
Bilinmez...
Mecnun hala benim dedem
Leyla ile evlenmedi iyi ki
Ben sevmem Leylaları
Bencil olurlar
Olan Mecnun dedeme oldu
O "oldu" Leyla durdu
Zaman mekan O 'na koşturdu
Çağıldamak için unutmamam lazım
Dünya ve sen ve ben ve o
Allah'ın mülkündeyiz
Ortak noktamız çokça
Yeter mi
Allah sahibimiz ya
Daha çok ortak nokta aramamız
Saçmalıktı düpedüz
Dünyanın her yeri Allah'ın
Unutma
Dünyanın kuytu bir yerine gitsen de
Allah her yerde
Ahiret nasıl bir yer?
Düşündün mü hiç?
Burası dünya
Ve ben artık çok sıkıldım...


Sara sara
Patiska elbiseli, esrarengiz akrep burcu insanı
Sara sara
İşeyaramazlığımı affetmelisin.