8 Aralık 2011 Perşembe

kördüğüm

kör bir düğüm olarak buldum kendimi

çözmeye yeltenmedim değil
sonra bundan utanmadım değil
çözersem kör düğümü ben ben olmam
bunu anladım geç olmadan
imzam olsun dedim, öyle sevdim esmerciği...







çözmeye çalışmayın bundan sebep beni...........................................

10 Kasım 2011 Perşembe

boyacı çocuk

otobüste dalıp dalıp giderken birden gözüme ilişiverdi. merdivenlerin başına oturmuş üstü başı boya olan çocuk.rızkını merdivenlerin soğuk zeminine dökmüş olmasından duyduğu elemle yüzü çizgi çizgi olmuş çocuk. gelip geçenin vicdanını susturamayan bir sesle cüzdanlarına sarılmasının sebebi o çocuk. boya kapları kırık, kalbi gibi. yerlere saçılmış boyalar, gelecek hayalleri gibi. demeyeceğim. zira ne dökülen boyalar, ne kırılan sandıklar bir çocuğun hayal kurmasına engel olabilir.

dönüp dönüp baktım sana. elimi camdan uzatıp bir kere okşamak istedim o terli saçlarını.bu bile rahatsız ediyor beni. acılar üzerinden afilli cümleler kurup, edebiyat yapmak. yazı yazmak. yazmak ve vicdanını susturmak.ama ben yazarak kanatmaya çabalıyorum vicdanımı. acı çekmemek için sürekli palyaço gibi etrafta dolanan insanlardan haz etmem.

15 Ekim 2011 Cumartesi

AHVALİM BEYAN EDER

"Derdim nice bir sinede pinhan ederem ben
Bir ah ile bu alemi viran ederem ben."
{NEF'İ}

ben bu dünyada yaşamıyorum


-neden susuyorsun?
-bilmem,susmanın bir nedeni olmalı mı?
-dalıp dalıp gidiyorsun,buradasın ama değilsin.
-BEN BU DÜNYADA YAŞAMIYORUM!
-?!

11 Ekim 2011 Salı

yağmur ve sokak köpeği

yağmur yağarken dışarı çıkmaktan başka arındıracak birşey yok beni
şemsiyemi açmamamı tavsiye edeni dinlememek mümkün değildi ki

gece yarısı sokak ve yağmur
evin çok yakınında bir yerlerdesindir
ama girmek istemezsin kapıdan içeri
kapının önünde öyle durup ıslanırken beliren sokak köpeği
besbelli o da ıslanmaya gelmiş
bakışırsınız bir süre
onun havlaması senin kelimelerini yutar
gecenin karanlığında yağan yağmur altında kimse görmez nasılsa
sicim gibi boşalan gözyaşlarını
nereye gidersen git kendini de götürürsün
karşındaki canlıda kaybolmadıkça
rahat yok bu dünyada sana
sokak köpeğinin kulağına fısılda
sırrını kimseye havlayamaz nasılsa...

sümeyra

esmerlerin güzeli sümeyra
edalı tavırlarınla güzel bakışlarınla
ne de güzelsin sümeyra
tatlı dilin güler yüzün hiç solmasın sümeyra
kaderde sizleri de görmek varmış sümeyra
en güzel günlere mutlu yarınlara kavuşursun sümeyra
senin güler yüzün tatlı dilin hiç solmasın sümeyra

eylül 2011/darülaceze
sümeyra'ya yazılmış,hoşa gitti herhalde:)

25 Ağustos 2011 Perşembe

hızırın dediği

-Ölümden korkmuyorum !
dedi Hızır.
Seven sevdiğinden korkar mı hiç
Sevdiği ona kıyar mı?

16 Ağustos 2011 Salı

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü




Yaşamaktan öte özür bulamayınca aşka


sonuçları bir bir gözden geçiriyorum


pulluklarla devrilen toprağın ıslaklığındaki can


madenlerin buharından elde edilen büyü


bazı yasak kitapların verdiği dinç duygular


nelerse ki yaşamak sözünü asi kılan


nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala.


Denedim. Soğuk sular dökünüp fırladım sokaklara


sorular sordum nice kara sıfatları üstüme alaraktan


ipte boynum, ağzım şehvet yalaklarında


çapraştım, and içip ayna kırdım


doğadan bir vahiy bekledimse boşuna


baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı


hiçbir meşru yanı kalmamıştı hayatımın


sözlerimin anlamı beni ürkütüyor


böylesine hazırlıklı değilim daha


Bilmek. Bu da ürkütüyot.Gene de biliyorum:


Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.







İsmet Özel

12 Ağustos 2011 Cuma

The Prophet

Halil Cibran bir mucize gibi çıktı karşıma.
Yalnızlığıma ortak olur sandım , lakin yanıldım.
Zira o benden daha yalnızdı
Ve
İki yalnız asla bir arada olmayı başaramazdı...

The Prophet çıktı karşıma sonra...
Ondan alıntıladığım birkaç damla...
Yalnızlığa içmek isteyenlere sunula...

Aşk'a Dair;
Aşk kendinden başka birşey vermez ve kendinden başka birşey almaz.
Aşka giriftar olduğunuz zaman Tanrı kalbimin içindedir demeyin, ben Tanrı'nın kalbi içindeyim, demek daha yaraşır.
Siz, aşka yol göstereceğinizi sanmayın. Çünkü aşk, sizde değer görürse, her yolu gösterir.

Evliliğe Dair;
Birbirinizi seviniz, fakat sevginizi zincirlemeyiniz.
Birlikte durunuz fakat birbirinize fazla yaklaşmayınız, çünkü mabedin direkleri de,birbirinden uzak durur. Ve meşe ile selvi birbirinin gölgesi altında yetişmez.

Sevinç ve Keder'e Dair;
Keder varlığınızın derinliklerine işledikçe içiniz daha fazla sevinç dolar.

Acı'ya Dair;
Istırap, idrakinizi kılıflayan kabuğun kırılmasıdır.

Kendini Bilmek'e Dair;
Sakın ruhun yolunu buldum deme! Belki, ruhu kendi yolunda yürürken gördüm!diyebilirsiniz.Çünkü ruh bütün yollarda yürür. Ruh, bir çizgi üzerinde yürümez ve bir kamış gibi yetişmez. Ruh, sayısız yapraklı bir zanbak gibi kendini yaprak yaprak açar.

Öğretime Dair;
Kendisi hakikaten akıllı bir adamsa, sizi kendi akıl evine sokmaz, belki sizi kendi aklınızın eşiğine ulaştırır.

Dostluğa Dair;
Dost tatmin edilmiş ihtiyaç demektir. Dost size kendi fikrini anlatınca içinizden gelen "hayır" veya "evet" i ondan esirgemeyiniz. Dost susunca ,kalbiniz , onun kalbini dinlemeye devam etsin.Dostunuzdan ayrılınca kederlenmeyin! Çünkü onun en çok sevdiğiniz cepheleri ayrılık içinde daha iyi görünür, nasıl ki dağa bakan kimse onu tırmanırken değil , fakat ovadan bakarken çok daha iyi görür. Dostluktan, ruhun derinleşmesinden başka birşey beklemeyiniz.

Zamana Dair;
Zamanı bir ırmak yapar ve siz o ırmağın başına oturarak akışı seyredersiniz.

Zevke Dair;
Siz ruhu, bir taş atmakla huzuru bozulacak bir dere mi sanıyorsunuz?
Zevklerin iyisini kötüsünden nasıl ayırt edeceğim?
Bağlarınıza ve bahçelerinize gidiniz, arı için zevkin çiçekten bal toplamak olduğunu görürsünüz.
Fakat çiçeğin de zevki, arıya bal vermektir.
Arı için çiçek hayat kaynağıdır.
Çiçek için arı, bir aşk elçisidir.
Ve ikisi için zevk alıp zevk vermek bir ihtiyaç ve bir bahtiyarlıktır.
Ortalis halkı!Zevklerinizde arılar çiçekler gibi olunuz!

Ölüme Dair;
Gözleriniz yalnız karanlıkta açabilen ve gündüzün kör olan baykuş, aydınlığın sırlarını keşfedemez.Onun için ölüm ruhunun hakikatini kavramak isterseniz kalbinizi, hayat gövdesine açınız. Çünkü hayat ile ölüm birdir.Nasıl ki nehir ile deniz birdir.

"biraz sonra,rüzgar üzerinde bir lahzacık dinleneceğim , sonra başka bir kadın, bana gebe kalacak!"



- son-






17 Temmuz 2011 Pazar

Ağyar Kalmadı

Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı,
Ben beni terk eylerim bildim ki ağyâr kalmadı.

Cümle eşyâda görürdüm hâr var gülzâr yok,
Hep gülistân oldu âlem şimdi hiç hâr kalmadı.

Gece gündüz zâr u efgân eyleyüb inlerdi dil,
Bilmezem n’oldu kesildi âh ile zâr kalmadı.

Gitti kesret, geldi vahdet oldu halvet dost ile
Hep Hakk oldu cümle âlem çarşı pâzar kalmadı.

Dîn diyânet âdet ü şöhret kamu vardı yele,
Ey Niyâzî n’oldu sende kayd-ı dindâr kalmadı.


NİYAZİ MISRİ

8 Temmuz 2011 Cuma

İTHAFIMDIR

ne demekti dibace, önsöz, başlangıç, giriş... boşa çıkmamıştı karşımıza, henüz daha başlamamışken konuşmaya...


üsküdar-beşiktaş ido vapur seferleri yeni başlamış, haberiniz var mı?




cuma vakti, uzunca bir yokuş,döşeli taşlar yahya efendi yatar beşiktaşın en güzel noktasında...
kediler dolaşıyor etrafta, bir koku , ağır geliyor bana.
sahi neden kadınlar da buyur edilmez cumaya?
en sevdiğim manzara burada,en sade ve derin
o sırada, bir tabure bulup dalıyorum cenab-ı aşka....
sonra dönüş zamanı,
yorulmayayım deyu kapıya geliyor araba,
mahcubiyet sarıyor tüm bedenimi...



üsküdarda serinlemek için gidilen bu yer, bana nedense hep aynı masayı öngörüyor. yüzler değişiyor, düşünceler ve duygular da , aynı mekanda bir sürü dünya yaşatıyor bana. dondurmalar eskiden daha güzeldi, hemen eriyip bitmezlerdi, şimdi onlar da değişti, hemen erimeye girişti, bir an evvel yiyip bitirmemizi istedi belki. eskiden insanlar da bu kadar kolay eriyip yitmezlerdi; BÖĞÜRTLEN, KARADUT,FRANBUAZ güzel nimetlerdi...


çocukluğum/kum sesleri, taş sesleri/uzak kalınca şehir/oyuncaklarımla kuvvetleşir/odanın içindeki kuş sesleri...





iki türk kahvesi, köpüğü bol, muhabbetin zirvesi...
küçük olan her şey önemsiz mi?
elbette değildi...
çikolatalar da güzeldi...


nuh gemisine almadı beni; tektim çünkü.
elendim ve elenişin sırrını sulara gömdüm.
sahilsizdim.hakikat gibi.
hakikat de sahilsizdi.benim gibi.
bir türlü göremedi dünya, ben bir hakikat idim.





emirgan korusu, güzel günün en güzel başlangıç yeri. istanbulun en güzel seyri. ama daha önemlisi kelimelerimizin büyüleyen güzelliği. aynı mekanlar , güzel insanlarla tat veriyor daim bana.
hasılı



dünyanın en güzel yerinde sevmediğin bir insanla, azap çeker ruhun bin cefayla.
dünyanın en kuytu noktasında sevdiğin bir insanla, mutmain olur ruhun bin sefayla...



hamdolsun.





ille de portakal suyu diye tutturursan hakkına razı olmalısın . hazır olan ne varsa, bir etiket ve paket , sevmedim seni ...
çay da çiğ geldi sana, sevmedin sen de...


demlenmiş bir çayın hakkını verebilirdin oysa...



yine de güzel bir günün hatırasına, içine çekmeli istanbulu doya doya...




uzun süredir aranan dergi, halil cibran aşkına...






hasıl-ı kelam



İNSANA ARADIĞI ŞEYE BAKARAK KIYMET BİÇİLİR.




(HZ. MEVLANA)




eyvallah!









26 Haziran 2011 Pazar

kedere batmış bir yürekten çıkan gazel





Yanağının mumuna ezel meclisinde aşıklar pervane kesildi



Sevda ateşinde yanmayana



Kahraman değil, masal kişisi derler



Gönlümdeki tutku beni yaktı bitirdi



Tüm varlığım talan olmuşken



Elim kolum bağlanmış ne çıkar



Ey gönülleri çelen güzel!



Saçlarının kemendine yakalanmış bir tutsağım ben



Zincire vurulmuş bir mecnunum



Güzelliğinin ışıltısı o denli



Sermest kıldı ki beni



Görenler sarhoş sanıyorlar



Her an sana kavuşma hayaliyle yaşıyorum



Bu yüzden gönlüm ferahtır



Dışarıdan bakanlar



Beni helak olmuş sanıyorlar



Canıma baktığımı ve bedenimi beslediğimi ayıplama



Onu yolunda kurbanlık olarak hazırlıyorum










mem ile zin



27/06/2011





22 Haziran 2011 Çarşamba

Gangster

Şiir yazdım bunca senedir,
Ne buldum?

Eşkiyalık edeceğim bundan sonra.

Haberi olsun yol kesenlerin:

İş yok artık kendilerine

Dağ başlarında.
Mademki ekmeklerini alıyorumEllerinden,

Buyursunlar onlar da benim yerime.
Munhal var edebiyat aleminde




Orhan Veli Kanık

20 Haziran 2011 Pazartesi

tülbent




"Allah insanın kalbini devamlı olarak kontrol eder. İyi isterse iyiyi; kötü isterse kötüyü verir. "
Gavs-ı Sani


Kalbimi yoklayan Allah'a yemin olsun ki,

Yazacaklarımı kalbimin kuyusunda pişirmeden getirmedim önünüze. Kıymetsiz sözler varsa dillerde, kalemlerde ; bunun suçlusu benim. Kendi kelamımı, kendi meramımı anlatabilseydim , başkalarının kelamlarını eleştirmeyi düşünmezdim.


İşe yaramak , çalışmak , çabalamak...
Bunlardır hayatın anlamı, yoksa sen başka şeyler mi sandındı? Gezmek, eğlenmek, kuaförden randevu alıp saatini beklemek; geçen ömrü de saat gibi önemsiz görmek. Dakikalarını kalbinde hissetmeden tüketmek. Ve asıl önemlisi, dünya nedir, öğrenemeden göçmek.
Acı...

Şimdi neden yazmadığımı soruyorsun bana;
Öyleyse söyleyeyim, hayatımı beş şıklı bir sınava endeksleyen bağırtılar yükseliyor etrafımda,
Öyleyse söyleyeyim, fırsatını bulsa seni kandırmak için insancıklar bekliyor pusuda,
Öyleyse söyleyeyim, süksenin alasını yapanlar dindarım diyor dünyada,
Öyleyse söyleyeyim, kul olamayanlar herşeyi oldum sanıyorlar ya...


İşte o yüzden.


beyaz sobun kokan tülbentleriyle bir grup teyze söylüyor:

Ala basmadan donu var ama yavrum yeleleylaylom,
Suya gider yolu var ninanaynaynaynom,
Al oğlan sevdiğini ama yavrum yeleleylaylom,
Şu dünyada ölüm var ninanaynaynaynom..

sümeyra aktaş.

21/06/2011
darülaceze

3 Haziran 2011 Cuma

13 Şubat 2011 Pazar

İNCİLER VE TAŞLAR


“Senin gecen; Senin zamanın

Ve seçtiğin göz; Nereden bakıyor bize?”*

Araf, cennetle cehennem arasında bulunan sed veya duvar; iki şey arasında kalan kısım anlamlarını içerisinde barındıran Kur’an’i bir lafızdır. Ortada durmak, yolu hizalayarak arşınlamak, bir uçurumun kıyısına varacak yola sapmamak bu yüzden belki de. Kendinizi illa da üç kelime ile anlatın diye bir soru gezinseydi peşimde, o üçlüden biri “araf “olurdu kesinlikle.

Arafı bu kadar önemsememin sebebi şu ki, cehenneme gidecek kadar kötü bir hayatın kıyısında durmamaya samimiyetle çaba göstermeye çalışmak ve dahi cennete gidemeyecek kadar da çok acizlik içinde bulunmak. Ama en fazlası farkında olmak, haddi aşmaktan korkmak. Bismillah: “ İki taraf arasında bir engel ve burçlar (A'raf) üstünde hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere: 'Selam size' derler, ki bunlar, henüz girmeyen fakat (girmeyi) 'şiddetle arzu edip umanlardır.' –(araf/ 46)-“ İşte Kur’an böyle tanımlıyor araf sakinlerini. Bir araf sakininin, elinde bir parça umutla, ortada bekleyecek kadar sabrı vardır nihayet,onu kaybetmemek için ömrünü feda etmeye hazır yüreğiyle birlikte.

Ortada kalmışlığı yazımın tam da burasında kelamdan kılıcımla ortadan ikiye ayırmak istiyorum. Birinci prototip ortada kalmışlar, yukarıda bahsettiğimiz bir var oluşla mayalanmışlardır. Ontolojik duruşları kararsızlıktan değil, aksine edepten boy verip yeşerir vaziyettedir. İkinici prototip ortada kalmışlar ise, nefsi arzularının boynuna dini terimleri geçirerek “evliya” olduklarını sanan güruhtur. İki grup arasında sayısal olarak sayılamayacak kadar çok farklılık mevcuttur elbette, lakin ben acizane, kelimelerim yettiğince inciden taşları ayıklamaya çalışacağım.

İnci Pilavı Ya Da Taşları Yemek Yasak

Araf sakini binasının temelinde sağlam harç kullanır, bir üflesen yıkılmaz, her gelen rüzgarla eğilmez, bükülmez. Nefsin sakini ise binasının temeline birçok zararlı madde karıştırmakla sonunu bizzat kendisi hazırlar. Her esen rüzgara eğilip bükülmekle “onur” kavramını uzaklara savurmaktan ar duymayacak kadar ustadır üstelik de. Araf insanın en büyük sermayesi samimiyettir, o havf ve reca arasında, tıpkı tahterevalliye binmiş gibi dengede durmaya ve yere değmemeye gayret eder. Sabır taşından tesbihini çeke çeke, sevaplarının günahlarından bir fazla gelmesini niyaz eder ömrü boyunca. Allah’ın varlığına şeksiz şüphesiz iman eder, sonra arafta yaşamaya kaldığı yerden devam eder.

Nefsin sakini öyle adı gibi sakin filan değildir, temelden sarstığı binası yıkılmasın diye habire sıva yapar kendince, sürekli bir hareket halinde oluşu bu yüzden elbette. O ilkel! zamanlarda da, modern! zamanlarda da, postmodern! zamanlarda da ortada kalmışlığın şaşkınlığı ile oryantal gibi döner. Nefsi ne arzu ediyorsa onu dinler ve eyler, sonra dini jargonu kullanarak araf sakinlerine vaaz eder. Namaz kılmak için “nasip” kelimesini kullanmaktan başka bir gayreti yoktur onun, nasibinin lütfen ve keremen ayağına gelmesini nafile yere bekler. Oruç tutmak ile verdiği sözü tutmak arasındaki çizgiyi fark edemeyecek kadar seküler bir zihni donanıma! sahiptir Gıybet ve yalan ise önemsiz ayrıntılardır nihayet; üstelik kendince pembesi, alı, moru filan da vardır bu yalanların.

Nefsin sakini, bir araf sakinini gördüğünde “ne der?”, dersiniz? Şunu der: “Allah affetsin ama elimde değil vallahi, zaman kötü azizim yoksa...” Sonra başına bir felaket gelir bu nefsin sakininin ve şöyle der: “Bunu hak edecek ne yaptım ki ben!, oysa ne kadar düzgün bir hayatım var, üstelik babaannemin de başı örtülü, dedemse hacı! hem sıkışınca fatiha bile okuyorum ben, daha ne olsun! “ Böyledir nefsin insanı, söylemden eyleme bir türlü geçemez, laf ebeliği ile kulları yanılttığını düşünür ama Allah’ın kanunlarını nasıl unuttuğuna/yonttuğuna bir türlü izah getiremez. Nefsin sakini “Ay canım ne var bunda herkes yapıyor” cahilliği ile, “biz de Müslümanız” ajitasyonunu harmanlayarak kendini bilmezlik hamurunda yoğurur durur kendini.

Ve son kelam, araf insanı sufi gibi döner, dünyanın güneş etrafında dönmesi gibi döner, yüzünü Allah’a döner, bir ayağını pergel gibi sabitleyip diğeri ile dünyayı döner. Dönerken de hikmet saçar etrafına, edeple... Nefsin insanı şuh duruşunun omzuna , cenazeye giderken örttüğü siyah şalını atar, güneş gözlüklerini takar ve öyle döner, oryantal gibi döner, dönerken de şehvet saçar etrafına, küstahça...

Aynı dünyada, farklı ütopyolarda yaşayan sakin:

Ve seçtiğin göz, nereden bakıyor bize?

Çekinme,hadi söyle.

*Bejan MATUR

Sümeyra AKTAŞ.

13.02.2011

31 Ocak 2011 Pazartesi

Chiquitita


Chiquitita, tell me what's wrong
-Küçük kız, sorununu söyle bana
You're enchained by your own sorrow
-Kendi üzüntünün esiri olmuşsun
In your eyes there is no hope for tomorrow
-Yarınlar için gözlerinde hiç umut yok
How i hate to see you like this
-Seni böyle görmekten hoşlanmıyorum
There is no way you can deny it
-Bunu inkâr edemezsin
I can see that you're oh so sad, so quiet
-Çünkü senin ne kadar üzgün ve sessiz olduğunu göre biliyorum

Chiquitita, tell me the truth
-Küçük kız, gerçeği söyle bana
I'm a shoulder you can cry on
-Ben yaslanıp ağlayabileceğin bir omuzum
Your best friend, i'm the one you must rely on
-En iyi arkadaşın ve güvenebileceğin birisiyim
You were always sure of yourself
-Her zaman kendinden emindin
Now i see you've broken a feather
-Şimdi görüyorum ki kolun kanadın kırılmış
I hope we can patch it up together
-Umarım, birlikte bunun üstesinden gelebiliriz

Chiquitita, you and i know
-Küçük kız, ikimizde biliyoruz ki
How the heartaches come and they go and the scars they're leaving
-Dertler gelip giderler ve bizde bıraktıkları yaral ar da iyileşir
You'll be dancing once again and the pain will en d
-Bir kez daha dans edeceksin ve acılar sona erecek
You will have no time for grieving
-Kederlenmek için hiç zamanın kalmayacak
Chiquitita, you and i cry
-Küçük kız, ikimizde ağlıyoruz
But the sun is still in the sky and shining above you
-Ama güneş hala gökyüzünde ve üzerinde ışıldıyor
Let me hear you sing once more like you did befor e
-Bir kez daha şarkı söyle tıpkı daha önce söylediği n gibi
Sing a new song, chiquitita
-Yeni bir şarkı söyle, küçük kız
Try once more like you did before
-Bir kez daha dene daha önce söylediğin gibi
Sing a new song, chiquitita
-Yeni bir şarkı söyle, küçük kız

So the walls came tumbling down
-Duvarlar yıkılmaya başladı
And your love's a blown out candle
-Sevgin sönük bir mum
All is gone and it seems too hard to handle
-Herşey bitti ve bunun üstesinden gelmek çok zor gi bi görünüyor
Chiquitita, tell me the truth
-Küçük kız, gerçeği söyle bana
There is no way you can deny it
-Bunu inkâr edemezsin
I see that you're oh so sad, so quiet
-Çünkü senin ne kadar üzgün ve sessiz olduğunu göre biliyorum

Chiquitita, you and i know
-Küçük kız, ikimizde biliyoruz ki
How the heartaches come and they go and the scars they're leaving
-Dertler gelip giderler ve bizde bıraktıkları yaral ar da iyileşir
You'll be dancing once again and the pain will en d
-Bir kez daha dans edeceksin ve acılar sona erecek
You will have no time for grieving
-Kederlenmek için hiç zamanın kalmayacak
Chiquitita, you and i cry
-Küçük kız, ikimizde ağlıyoruz
But the sun is still in the sky and shining above you
-Ama güneş hala gökyüzünde ve üzerinde ışıldıyor
Let me hear you sing once more like you did befor e
-Bir kez daha şarkı söyle tıpkı daha önce söylediği n gibi
Sing a new song, chiquitita
-Yeni bir şarkı söyle, küçük kız
Try once more like you did before
-Bir kez daha dene daha önce söylediğin gibi
Sing a new song, chiquitita
-Yeni bir şarkı söyle, küçük kız


*: `Chiquitita', İspanyolcada `küçük kız' anlamın a gelmektedir.

7 Ocak 2011 Cuma

Okumaya Dalmak


“Denize girmek naif bir söylemdir; denize dalmak ise hayli yüreklice bir eylemdir.”

Hatırlayabildiğim en eski deniz maceram yedi-sekiz yaşlarında, kıyıda ayaklarımı suya sokup çıkarmaktan, bir de kumdan kalelerimle oyalanmaktan ibaretti. Lakin bu oyalanma benim için oldukça mühim bir mesele idi. Ben ki o kumdan kaleleri, dev dalgalara karşı korumakla yükümlü idim. Benim dünyam kumdan kalelerdi o vakit belki. Suya ayaklarımı sokmak ise sanıldığı kadar basit bir iş değildi, koskoca denizin kıyısında küçük bir kız gibi değil bir yetişkin gibi duruyor olmak önemli bir işti.

Biraz daha büyüdüm,

Yine denizdeydik…

Ben kumdan kale yapmayı bırakıp, suya bel hizasına kadar gelmeyi başarabilen bir kızdım artık. Kumdan kale yaptığımız kovayı ufaklığa vermeyi göze alacak kadar büyümüştüm üstelik de. Yavaş yavaş kıyıdan deniz kabuğu, denizyıldızı toplamaya başlamıştım bile. Lakin kıyıya vuranlar, dalgaların hasbelkader getirdiği şeyler oluyordu çoğu kez, içinden güzelleri seçmek gerekiyordu, derinlerde kim bilir ne muhteşem inciler var olmalıydı… Artık yüzmem gerektiğine iyice kanaat getirdiğimde, yüzme öğretecek kimse olmadığından, denizin içindeki büyük kayalıklara tutunarak öğrenmiştim yüzmeyi. Kayalıklara çarpa çarpa, yara bere içinde. Babam yüzme simidi ve kolluk aldığında, epey bir güven gelmişti kendime. Ama yine de simide güvenip de açılmanın imkânsızlığı vardı zihnimde. Yarı yolda kalma düşüncesinin dayanılmaz sızısı yüreğimde.

Zamanın çarkları bize bir şey sormadan dönmeye devam etti,

Ve biz de denize gitmeye…

Bu sefer farklı olan, yanımızda çok iyi yüzme bilen aile dostlarımızın olmasıydı. Ben güya yüzme biliyordum ama destek almadan hiç açılmamıştım, yani henüz denize dalıp inciye ulaşamamıştım. O deniz günü, aile dostumuz hadi gel peşimden dediğinde önce karar vermekte zorlandım, ayağım yerden kesilecek, üstelik kolluk ve simit desteği olmadan. Evet, yüzme biliyorum ama… Ama ile başlayan her şey gibi tatminsiz oldu bu cümle de. Kendim de inanmadım bahanelere, düşündüm ki bahane ayağıma dolanan çalı olmalı, söküp atmalı bir an önce. Ve kararımı verdim, “açıldım denize”... Yıllardır kıyıda dolaşmanın ızdırabını biraz olsun neşeye tevdi etmek için açıldım, uzaklara doğru yollandım… Artık kıyıdan değil derinlerden seyrettim ufku…

Esasında tüm bunları size, kitaplara olan ilgimi tanımlamak için anlattım. Aslında kitap okumak, kıyıda ayaklarını suya sokan küçük Sümeyra ile hiçbir destek almadan uzaklara açılabilen büyük Sümeyra’nın macerasından ibaretti. Kitap okumaya başladığım zamanlar, kıyıda kumdan kale yaptığım zamanlara denk düşer mesela. Zamansal bir denkliğin yanısıra denizle kurduğum bağ ile kitap bağı aynı duygulara tekabül eder. Küçükken okuduğum yahut okuttuğum peygamber kıssalarının ruhumda uyandırdığı derin ama tam anlaşılmaz hissi, kocaman denizin kıyısında dururken de hissetmem boşuna değil. Ağzını açan balığın karnında Yunus peygamberi görmeye çalışmak, ateşe atılan İbrahim peygamberde su taşıyan karıncayı aramak , sütanneye verilen Peygamberimizin kervanda giderken kundaktaki ufacık kafasını incelemek, bir deryanın kıyısında olduğumu hatırlattı hep. Okuma yaşım büyüdüğünde ise; dini motifli romanlar ile devam ettim yola, taşlara tutuna tutuna yüzmeyi öğreneyim niyetiyle. Biraz fazla tutunmuş olmalıyım ki, kollarım ve bacaklarım yara bere içinde kalmış. Lise yıllarında dünya klasikleri ve Türk klasikleri ile simit ve kolluk faslına geçmiş oldum artık. Yüzmeyi biliyordum bilmesine ama simit ve kolluk olmadan bir yere kıpırdayamıyordum ve fazla da açılamıyordum. Sonra üniversiteye başladım, neredeyse her tür kitabın tadına az da olsa baktım. Yavaş yavaş kollukları ve simitleri atmalıydım...

Üniversiteyi bitirdim, kişisel gelişim kitaplarını, ara sıcakları, popüler! Edebiyatı kütüphanemin en üst arka rafına kaldırdım, yüksek lisansa başladım, kolluklar ve simit olmadan da yüzülebiliyormuşum, bunu anladım. Yalnız, ne kadar çok açılsam da geri dönüp kıyıya çıkacağımın hep farkındaydım. Gidiş enerjim kadar dönüş enerjim olmazsa yolda kalırdım. Felsefe, siyaset, sosyoloji deryasına daldım. Tüm bunların üzerine henüz yüzme öğrenmeye yeni başladığımın da farkına vardım. Bir sürü yüzme tekniğinden habersiz yaşamıştım, belki de kıyıda fazla oyalanmıştım. Sonra paletleri taktım, bir saatlik mesafeyi yarım saatte aldım, açıldıkça ufuk çizgisine yakınlaştım, tam yaklaştım derken daha çok olduğunu da anladım. Aslında henüz, dalmaya hazırlık aşamasındaymışım…

Deniz kenarında oyalanan ya da kıyıda dalgacılık oynayan denize girmiş sayılırken; denize dalan kimsenin derinlerde bulunuyor olmaktan başka şansı yoktur; çünkü gerçek inciler hep derinlerden bulup çıkarılır, derine dalmayı göze alamayanlar sahte incilerle oyalanır kalır…

İyi dalışlar dostlar,

Takıldığınız yerde sırt üstü suya yatın ve dinlenin, su her şeyi kaldırır merak etmeyin…

Sümeyra AKTAŞ.

Yunus Gibi










Bir evsizin yüzündeki hüzünle

Hayatın orta yerinde

Dünyanın tam merkezinde

Üryan bırakılmış ben!

Saçları ağarmış bir nine gibi

Bilgece tutunmak isterken hayata

Yarasa gibi başaşağı kaldım

Bir çocuğun yüzündeki tebessümle

Hayatın orta yerinde

Dünyanın tam merkezinde

Üryan bırakılmış ben!

Sokakta titreyen bir kedi gibi

Masumca tutunmak isterken hayata

Leylek gibi havada asılı kaldım

Bir dervişin üstündeki edeple

Hayatın orta yerinde

Dünyanın tam merkezinde

Üryan bırakılmış ben!

Suçu ağırlaşmış bir mahkum gibi

Kahırla tutunmak isterken hayata

Yunus gibi suya daldım

3 Ocak 2011 Pazartesi

Kardan Adam

Güneşte eriyeceğini bile bile
Seni elleriyle yaptılar
Burnuna havucu, gözlerine kömürü
Hep onlar taktılar
Başındaki şapkayla adamdan saydılar
Biz karda adam olup
Güneşte eriyenleri sevmeyiz
Bilmezler!