27 Ocak 2010 Çarşamba

Bir Buluşma Teklifi


Sana bir itirafla yazıma başlamak istiyorum. Sosyolog olalı beri -ki daha çok olmadı-,şöyle ağız tadıyla toplumsal mesaj içeren yazı yazamamanın eksikliğini hissediyordum. Toplum mühendisi değilim, toplumu yazılarımla ihya etme iddiasında da değilim lakin benim önemsediğim doğru bir hayat yaşamak ve bu doğrultuda kelimeleri hayra sarf edebilmek. İnsanların ya da toplumun başında bir “ahlak polisi” edasıyla dikilmek Müslüman’ca bir tavır gibi gelmiyor bana. Amacım eylem ile söylemi en yakın noktada kesiştirmek ve bu kesişen yerden konuşabilmek, gerisi laf-u güzaf olur ki bunu arzu etmem.

Girizgâh kısmını atlattıktan sonra yazının bel kemiği olan teklif kısmına geçebilirim artık. Efendim, geçenlerde birkaç arkadaş ile buluşmak üzere bir organizasyon yapmam gerekli idi. Gerekli dediysem yapı itibariyle kendimi böyle bir şeyin altın sokmaya zorunlu hissettiğimdendir. -Onlarca defa organizasyon mevzuundan ağzı yanmış biri olarak bir daha buluşma ayarlamayacağım desem de nafile. İçimdeki o “gençgönüllü ruha” söz geçiremiyorumJ - Her neyse, buluşma için organizasyonu yine kendi üzerime vazife bildim ve teknolojinin nimeti olan cep telefonu ile ve yine aveanın (ismini söylememde bir sakınca yoktur umarımJ) nimeti olan “her yöne 500 sms” kampanyası ile arkadaşlara buluşma yeri ve saati konusunda fikir sundum. Uzunca bir toplu mesaj trafiğinin ardından, herkese uyan bir gün ve saatte karar kıldık. (bu hiç kolay olmadıJ) Buluşma günü sabahı, gözümü açar açmaz aklıma taze bir fikir geldi. Buluşma saati 11:00 idi, bu saat hem erkendi, hem de buluştuğumuz vakit konuşmaya dalıp namazımızın geçme ihtimali yüksekti. Tüm bu düşüncelerle takvimden ezan saatlerine bakıp şu mealde bir toplu mesaj attım: “Buluşma saatimiz 12:22 oldu, öğle namazına müteakiben ;)”Arkadaşlar benim mesajda dalgınlıkla 12:22 yazdığımı düşünmüşler küsurattan ötürü, lakin çok da bilinçli yazdığımı, buluşmamızı ezan saatine göre ayarladığımı söyledim. Herkesin çok hoşuna gitti. Ve buluşma yerimiz de bir o kadar manidardı, “camii avlusu”. Buluşmaya gelen herkes namazını kıldı sonra avluda toplaştık. Bu beraberliği başka hiçbir toplu eylemde yakalayamayacağımı o an iliklerime kadar hissettim. Namazdan sonra birlikte vakit geçirdik ve dağılmadan evvel yine hep beraber camiye gidip topluca namazımızı kıldık, birbirimize dua ettik ve toplandığımız gibi yine camii avlusunda vedalaşıp ayrıldık. Öğle namazına müteakip başlayan organizasyonumuz, ikindi namazına müteakip nihayet buldu. Bunun dayanılmaz hazzına kelimeleri giydirmeme gerek yok sanıyorum. Çünkü bu olayın saf bir “aşk” hadisesi olduğuna inanıyorum.

Bu teklif ve uygulama ben de bir fikriyat oluşturdu. İsmet Özel “üç meselede” “saat kulelerinden” bahseder. Batı’dan getirilen saat kuleleri ve ezan vakitleri. Hangisi bizim zamanımızı tayin etmeli? Ya da şöyle mi sormalı, ezan saatleri, namaz vakitleri zaten bizim hayatımızı belirliyorsa o zaman neden saat kulesine ihtiyaç duyalım. Böyle bir paradoksal durumla zihnimi aydınlatmaya çabaladım ve sonunda kendimce bu teklifi geliştirmeye karar verdim.

Yukarıdaki hadisede bahsettiğim üzere teklifim: “Buluşma vakitlerimizi kulağımız ezanda, gönlümüz namazda olacak şekilde ayarlamak.” Bunun her zaman için mümkün olmayacağını biliyorum lakin elimizde imkân varken de kullanılabilir güzel bir teklif olduğu kanaatini taşıyorum. Dindar, İslamcı gibi tanımlamaların içi son zamanlarda kabağın oyulması gibi oyuluyor ve en acıtıcı tarafı da o oyulan yere başka bir şeyler dolduruluyor. Artık o kabak olmuyor da, kabak dolması oluyor başka bir şeye dönüşüyor. Saflığını yitiren her tanımlama gibi bu da kabak tadı vermeye başlıyor. Bize bu kabağı dolma diye yutturmazdan evvel bu tehdit olmayan teklife dikkat kesilmeni yazımın sonunda temenni ediyor, seni saygıyla selamlıyorum…

Hiç yorum yok: