7 Ocak 2011 Cuma

Okumaya Dalmak


“Denize girmek naif bir söylemdir; denize dalmak ise hayli yüreklice bir eylemdir.”

Hatırlayabildiğim en eski deniz maceram yedi-sekiz yaşlarında, kıyıda ayaklarımı suya sokup çıkarmaktan, bir de kumdan kalelerimle oyalanmaktan ibaretti. Lakin bu oyalanma benim için oldukça mühim bir mesele idi. Ben ki o kumdan kaleleri, dev dalgalara karşı korumakla yükümlü idim. Benim dünyam kumdan kalelerdi o vakit belki. Suya ayaklarımı sokmak ise sanıldığı kadar basit bir iş değildi, koskoca denizin kıyısında küçük bir kız gibi değil bir yetişkin gibi duruyor olmak önemli bir işti.

Biraz daha büyüdüm,

Yine denizdeydik…

Ben kumdan kale yapmayı bırakıp, suya bel hizasına kadar gelmeyi başarabilen bir kızdım artık. Kumdan kale yaptığımız kovayı ufaklığa vermeyi göze alacak kadar büyümüştüm üstelik de. Yavaş yavaş kıyıdan deniz kabuğu, denizyıldızı toplamaya başlamıştım bile. Lakin kıyıya vuranlar, dalgaların hasbelkader getirdiği şeyler oluyordu çoğu kez, içinden güzelleri seçmek gerekiyordu, derinlerde kim bilir ne muhteşem inciler var olmalıydı… Artık yüzmem gerektiğine iyice kanaat getirdiğimde, yüzme öğretecek kimse olmadığından, denizin içindeki büyük kayalıklara tutunarak öğrenmiştim yüzmeyi. Kayalıklara çarpa çarpa, yara bere içinde. Babam yüzme simidi ve kolluk aldığında, epey bir güven gelmişti kendime. Ama yine de simide güvenip de açılmanın imkânsızlığı vardı zihnimde. Yarı yolda kalma düşüncesinin dayanılmaz sızısı yüreğimde.

Zamanın çarkları bize bir şey sormadan dönmeye devam etti,

Ve biz de denize gitmeye…

Bu sefer farklı olan, yanımızda çok iyi yüzme bilen aile dostlarımızın olmasıydı. Ben güya yüzme biliyordum ama destek almadan hiç açılmamıştım, yani henüz denize dalıp inciye ulaşamamıştım. O deniz günü, aile dostumuz hadi gel peşimden dediğinde önce karar vermekte zorlandım, ayağım yerden kesilecek, üstelik kolluk ve simit desteği olmadan. Evet, yüzme biliyorum ama… Ama ile başlayan her şey gibi tatminsiz oldu bu cümle de. Kendim de inanmadım bahanelere, düşündüm ki bahane ayağıma dolanan çalı olmalı, söküp atmalı bir an önce. Ve kararımı verdim, “açıldım denize”... Yıllardır kıyıda dolaşmanın ızdırabını biraz olsun neşeye tevdi etmek için açıldım, uzaklara doğru yollandım… Artık kıyıdan değil derinlerden seyrettim ufku…

Esasında tüm bunları size, kitaplara olan ilgimi tanımlamak için anlattım. Aslında kitap okumak, kıyıda ayaklarını suya sokan küçük Sümeyra ile hiçbir destek almadan uzaklara açılabilen büyük Sümeyra’nın macerasından ibaretti. Kitap okumaya başladığım zamanlar, kıyıda kumdan kale yaptığım zamanlara denk düşer mesela. Zamansal bir denkliğin yanısıra denizle kurduğum bağ ile kitap bağı aynı duygulara tekabül eder. Küçükken okuduğum yahut okuttuğum peygamber kıssalarının ruhumda uyandırdığı derin ama tam anlaşılmaz hissi, kocaman denizin kıyısında dururken de hissetmem boşuna değil. Ağzını açan balığın karnında Yunus peygamberi görmeye çalışmak, ateşe atılan İbrahim peygamberde su taşıyan karıncayı aramak , sütanneye verilen Peygamberimizin kervanda giderken kundaktaki ufacık kafasını incelemek, bir deryanın kıyısında olduğumu hatırlattı hep. Okuma yaşım büyüdüğünde ise; dini motifli romanlar ile devam ettim yola, taşlara tutuna tutuna yüzmeyi öğreneyim niyetiyle. Biraz fazla tutunmuş olmalıyım ki, kollarım ve bacaklarım yara bere içinde kalmış. Lise yıllarında dünya klasikleri ve Türk klasikleri ile simit ve kolluk faslına geçmiş oldum artık. Yüzmeyi biliyordum bilmesine ama simit ve kolluk olmadan bir yere kıpırdayamıyordum ve fazla da açılamıyordum. Sonra üniversiteye başladım, neredeyse her tür kitabın tadına az da olsa baktım. Yavaş yavaş kollukları ve simitleri atmalıydım...

Üniversiteyi bitirdim, kişisel gelişim kitaplarını, ara sıcakları, popüler! Edebiyatı kütüphanemin en üst arka rafına kaldırdım, yüksek lisansa başladım, kolluklar ve simit olmadan da yüzülebiliyormuşum, bunu anladım. Yalnız, ne kadar çok açılsam da geri dönüp kıyıya çıkacağımın hep farkındaydım. Gidiş enerjim kadar dönüş enerjim olmazsa yolda kalırdım. Felsefe, siyaset, sosyoloji deryasına daldım. Tüm bunların üzerine henüz yüzme öğrenmeye yeni başladığımın da farkına vardım. Bir sürü yüzme tekniğinden habersiz yaşamıştım, belki de kıyıda fazla oyalanmıştım. Sonra paletleri taktım, bir saatlik mesafeyi yarım saatte aldım, açıldıkça ufuk çizgisine yakınlaştım, tam yaklaştım derken daha çok olduğunu da anladım. Aslında henüz, dalmaya hazırlık aşamasındaymışım…

Deniz kenarında oyalanan ya da kıyıda dalgacılık oynayan denize girmiş sayılırken; denize dalan kimsenin derinlerde bulunuyor olmaktan başka şansı yoktur; çünkü gerçek inciler hep derinlerden bulup çıkarılır, derine dalmayı göze alamayanlar sahte incilerle oyalanır kalır…

İyi dalışlar dostlar,

Takıldığınız yerde sırt üstü suya yatın ve dinlenin, su her şeyi kaldırır merak etmeyin…

Sümeyra AKTAŞ.

Hiç yorum yok: